Bir efsanenin beyazperdeye yansıması: Cem Karaca’nın hakkını veren film

Yönetmen Yüksel Aksu’nun “Cem Karaca’nın Gözyaşları”, filmini çok beğenerek, etkilenerek izledim. Cem Karaca’yı 8 Şubat 2004 günü kaybettik. “Tamirci Çırağı”, “Namus Belası”, “Bu Son Olsun”, “Resimdeki Gözyaşları”, “Dağlar Dağlar”, “Ceviz Ağacı”, bestesi ve sözleri Sarper Özhan’a ait “1 Mayıs Marşı” gibi birçok eseri onun o güzel sesinden dinledik. Çok sevdik.

Yüksel Aksu’nun filmi, “Anadolu Rock” müziğin efsane ismi Cem Karaca’nın yaşamının bazı kesitlerini beyaz perdeye yansıtıyor. Onun müzikle geçen elli sekiz yıllık ömründeki büyük başarılar, çatışmalar, toplumsal-siyasi olaylar, aşklar göz önüne seriliyor. Bu anlatıda, Cem Karaca’nın müzik tutkusunun yanı sıra memleket sevdası seyirciye çok güzel aktarılıyor.

Film, İstanbul’un güzel manzaralarının eşliğinde izleyiciyi şahane bir müzik şölenine dâhil ediyor. Yani hem gözümüz hem de kulağımız bir ziyafete katılıyor. Benim önerim; Cem Karaca’yı, yaşam öykülerini, sineme ve müziği sevenler bu filmi mutlaka izlemeliler.

Sinema eleştirmeni Tunca Arslan, 26 Ocak 2024 tarihli Aydınlık gazetesinde, “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filminin “genel olarak gerçeklere bağlı kaldığını, iyi bir portre çalışması olduğunu ve Karaca’nın kişiliğine saygıda kusur edilmediğini…” yazıyor.

Arslan, Cem Karaca’nın sıradan bir müzisyen olmadığını belirtiyor. Onun geliştirici, özgün ve yaratıcı sanatçı kişiliğine dikkat çekerek şöyle diyor:

“Tarih, Cem Karaca’nın yakın geçmişimizin en özgün ve protest sanatçılarından biri olduğunu yazıyor, kararlı ve yaratıcı kişiliğine vurgu yapıyor, çocukluğumuza ve gençliğimize damga vuran şarkılarını işaret ediyor.”

BABA OĞUL ÇATIŞMASI

Filmdeki önemli ögelerden biri baba oğul çatışması… Cem Karaca, iki sanatçının, Toto ve Mehmet Karaca’nın tek çocuğu… Sevgiyle, özenle büyütülüyor. Anne Toto Karaca, onu müzikle tanıştırıyor. Doğal olarak sanat ortamında, müziğe tutkun olarak büyüyor. Baba Mehmet Karaca, kolejde okutarak dil öğrenmesini sağlıyor. Sanatçı olarak kendilerinin çektiği sıkıntıları oğlunun çekmemesini, bu nedenle Cem Karaca’nın müzisyen değil diplomat olmasını istiyor. “İyiliği” için baskı da yapıyor. Bu durum bir baba-oğul çatışmasının eksenini oluşturuyor. Mehmet Karaca, sahip olduğu vatan sevgisi ve bilgi birikimiyle oğlunu yönlendiriyor. Anadolu’yu, Anadolu kültürünü, insanını tanımasını istiyor. İlk dönemde yaptığı müziğin Batı taklidi olmasını eleştiriyor. Çatışmanın yanı sıra büyük bir sevgi ve saygı da var; baba oğul arasında. Anne Toto Karaca ise her durumda oğlunu şefkatle sarıp sarmalıyor.

ÇİLELİ BİR UĞRAŞ

Cem Karaca, babasının da etkisiyle, “müziğimle memleketin sesi olacağım” diyor. Birlikte grup oluşturduğu çoğu ünlü arkadaşlarıyla, zaman zaman çatışsa da bu çabasında ısrar ediyor. Mücadeleci ve cesur Cem Karaca. 6. Filo’ya karşı çıkan gençlere müziğiyle destek oluyor. “Bağımsız Türkiye” sloganı konserlerinin başköşesinde yer alıyor. Bu nedenle 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı faşist darbelerinin hedefi oluyor.

Cem Karaca’nın özellikle müziğiyle memleketin sesi olma tutkusu, onu Anadolu’nun müzik geçmişine yönlendiriyor. Âşıkların türkülerini araştırıyor. Bazı türküleri yeni ve özgün bir düzenlemeyle seslendiriyor. Böylece “Anadolu Rock” diye adlandırılan ve çok sevilen müzik ortaya çıkıyor. Cem Karaca, geçmişteki türküleri yeni bir teknikle söylemekle yetinmiyor. Özgün ve daha ileri tür yaratma çalışmalarını sürdürüyor.

Cemal Süreya da şiir yazarken benzer bir çaba içindedir. Genç şairlere seslendiği bir yazısında bunun kolay olmadığını, çileli bir uğraş olduğunu söyler: “Şiir, hayatın ve düşüncenin köpüğü, çağın sesi, toplumun çığlığıdır. Halkın duyarlığıdır. Bu duruma erişmek o kadar kolay olmasa gerek. Ayrıca, bir anlatım, bir deyiş sahibi olmak da çok çileli bir uğraş sonunda ortaya çıkacaktır.”

Ne demiş Şeyh Galip:

“Eskilerin biçimlerini aştım

Bir başka sözlükle konuştum”

O “bir başka sözlük”, sizin yapıtlarınızda ancak halkın temel sesini bulduktan sonra belirecek. Kısacası uğraşıp didineceksiniz. Şair yazar Attilâ İlhan da şiirde en temel özelliğin, “halkın/toplumun temel sesini bulmak olduğunu hep vurguluyor. (Feyziye Özberk, Cemal Süreya, Papirüs Düşçüsüyle Buluşma, Kaynak Yayınları, 2016.)

HALKIN TEMEL SESİ

Şeyh Galip’in dediği gibi Cem Karaca da önce âşıkların türkülerinden yararlanıyor. (Oğluna Emrah adını vermesi memleketinin değerlerine verdiği önemin diğer bir kanıtı olmalı.) Bununla yetinmiyor. Yani bir başka sözlükle konuşması gerektiğine karar veriyor. Müziğini hem teknik hem de içerik olarak geliştirmeye yöneliyor. Tabii bu durum yazıldığı gibi kolayca yaşama geçmiyor. Tartışmalar, kavgalar, ayrılıklar, yapayalnız kalma, Türk vatandaşlığından çıkarılma gibi pek çok acının omuzlanması gerekiyor.

Besteci Muammer Sun, bir konferansta hocası Besteci Adnan Saygun’un neden büyük olduğunu anlatırken yaptığı açıklama bence Cem Karaca’nın ülküsünü/çabasını özlü bir biçimde ortaya koyuyor:

“Saygun, insanlığın ulaştığı en yüksek bilgi seviyesini kavrayarak; içinde yetiştiği toplumun geçmişini bilip ona sahip çıkarak; geleceğin müziğini yaratmayı seçiyor. O, ‘Geleneklere ve toplumuna bağlı olmayan sanat köksüz bir ağaca benzer’ diyor. Taklidi ve izleyici olmayı reddediyor. Öncelikle kendi ulusu olmak üzere tüm insanlığa ulaşmayı, onları aydınlatmayı amaçlıyor. Kendi toprağında yeşeren ama tüm insanlığın beğenerek koklayacakları, köklerini toprağının derinlerine salmış bir çiçek olmayı yeğliyor: Atatürk ‘dünyanın her türlü ilminden, keşfiyyatından, terekkiyatında istifade edelim demiyor muydu?’ Ama arkasından da asıl temeli ‘kendi içimizden çıkarmamız gerektiğini’ ilave ediyordu.

“Şu halde bizim Batı dediğimiz dünyanın, musiki konusundaki her türlü bilgisinden, tecrübesinden yararlanmalıyız. Aynı zamanda Osmanlı devri musikisini bilmemiz ve özellikle Anadolu’nun musikisini incelememiz ve yeni kazandıklarımızı o engin milli kültür hazinesinin birikimi ile kaynaştırıp yepyeni bir senteze varmamız, kendimize özgü bir çokseslilik yaratmamız, gücünü gene bu topraklardan alan yeni, geniş ölçüler içinde gelişmiş çağdaş bir düzeye ulaşmamız gerekir.” (25 Nisan 1985 Ankara’da Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nda verilen konferans)

Cem Karaca’yı İsmail Hacıoğlu’nun canlandırdığı filmde, başarılı oyuncuya Fikret Kuşkan, Yasemin Yalçın, Melisa Aslı Pamuk, Buse Buçe Kahraman, Meral Çetinkaya, Melisa Döngel ve Alper Saldıran eşlik ediyor. Filmde tüm oyuncular çok başarılı… Fakat İsmail Hacıoğlu’nun başarısının olağanüstü olduğu ayrıca vurgulanmalı. Karaca’nın şarkılarını İsmail Hacıoğlu bizzat seslendirmiş. Tabii bu başarının arka planında büyük bir azim ve emek olmalı… Onur Böber, Özden Uçar ve Emrah Saltık’ın senaryosunu kaleme aldığı film, Fikri Harika ve Aytaç Medya ortak yapımcılığında çekilmiş. Özetle; “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filmi görülmeli…

Feyziye Özberk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir