Yarım asırı aşan kördüğüm: Heybedeliada Ruhban Okulu yeniden açılacak mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ABD Başkanı Donald Trump ile 25 Eylül 2025 tarihli Beyaz Saray’daki görüşmesinde Ruhban Okulu yeniden gündeme geldi. Erdoğan, bu konuda “Heybeliada Okulu ile ilgili üzerimize ne düşerse biz onu zaten yapmaya hazırız. Dönünce de Sayın Bartholomeos ile bu konuyu görüşme fırsatı bulacağım.” dedi.

Türkiye’nin siyasi, kültürel ve diplomatik hafızasında derin izler bırakan Heybeliada Ruhban Okulu, yarım asrı aşkın bir süredir kapalı kapılarının ardında hem Ortodoks dünyası için paha biçilmez bir mirası hem de çok katmanlı bir tartışmayı saklıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Trump ile yapacağı görüşme öncesinde basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

Erdoğan, Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili, “Türkiye-ABD ilişkilerinde farklı bir süreci yaşıyoruz. Gerek F-35 konusu gerek F-16 konusu gerekse Halk Bankası ile ilgili aramızdaki ilişkiler konusunu bugün etraflıca görüşme fırsatı bulacağımıza inanıyorum. Heybeliada Okulu ile ilgili üzerimize ne düşerse biz onu zaten yapmaya hazırız. Dönünce de Sayın Bartholomeos ile bu konuyu görüşme fırsatı bulacağım.” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamaları sonrasında Ruhban Okulu tartışmaları tekrar gündeme taşındı.

Heybedeliada Ruhban Okulu Kütüphanesi 80 binden fazla esere ev sahipliği yapıyor. Dünyanın en eski matbu kitaplarından bazıları burada bulunuyor.

Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olarak din adamı yetiştirmek amacıyla kurulan bu tarihi kurum, yalnızca dini bir eğitim merkezi olmanın ötesinde, Türkiye’nin uluslararası diplomasi arenasındaki konumunu yansıtan sembolik bir yapı niteliği taşıyor.

Yunanca adıyla Halki Theological School olarak bilinen okulun karmaşık hikayesini anlamak için resmi ideoloji, hukuk ve dış politika gibi etmenleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun kökleri, adanın kendisi kadar eski bir geçmişe dayanıyor. Adada, Yunanca adıyla Halki’de, “Aya Triada Manastırı” olarak bilinen tarihi bir yapı bulunuyor. Bazı kaynaklar, bu manastırın kökenlerinin Bizans dönemine kadar uzandığını ve köklü bir ruhani geçmişe sahip olduğunu belirtiyor.

İstanbul’un fethinin ardından da varlığını korumayı başaran manastır, özellikle Rum Ortodoks topluluğu için manevi bir merkez olma özelliğini sürdürdü.

Zamanla Fener Patrikhanesi, bu manastırın barındırdığı teolojik eğitim potansiyelini değerlendirmeye başladı ve burası dolaylı olarak gelecekteki bir ruhban eğitim merkezinin doğal adresi olarak düşünüldü.

Heybedeliada’da bulunan Ruhban Okulu girişi

NE ZAMAN KURULDU?

Resmi kuruluş tarihi, 1 Ekim 1844 olarak kayıtlara geçti. O gün, Fener Rum Patriği IV. Germanos’un öncülüğünde okul, eğitim hayatına resmen başladı. Kurulduğunda “Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu” adını taşıyan kurum, zamanla halk arasında daha yaygın olarak “Ruhban Okulu” adıyla anılmaya başlandı.

O dönemde Osmanlı Devleti’nin çok kültürlü sosyal yapısı, azınlıkların kendi dinî ve eğitim kurumlarını kurmalarına belirli ölçüde olanak tanıyordu. Bu bağlamda Patrikhane’ye ruhani bir eğitim kurumu açma imkânı verilmiş olsa da, bu imkân her zaman devletin belirlediği sınırlar ve denetim mekanizmalarıyla çevriliydi.

Okulun eğitim yapısı, dört sınıflı bir ortaöğretim programının ardından teoloji eğitimini kapsayacak şekilde tasarlanmıştı. Bazı kaynaklar, 1844–1919 yılları arasında bu yapının 4 yıl ortaokul ve 3 yıl teoloji eğitimi şeklinde uygulandığını detaylandırıyor.

Kurulduğu dönemde, Ortodoks dünyası içinde teolojik bir birlik ve standartlaşma sağlama arzusu da okulun en önemli motivasyon kaynaklarından biriydi.

Okulun mimari yapısı da tarihsel süreçlerden etkilendi. 1894 yılında İstanbul’u sarsan büyük deprem, okul binalarına ciddi hasar vermiş, bu felaketin ardından okul yeniden inşa edildi.

Bu yeniden inşa sürecinde, Rum toplumunun önde gelen isimleri önemli mali destek sağladı. Ayrıca, binanın mimari stili, dönemin Osmanlı–Rum mimari anlayışının estetik izlerini taşıyor.

1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye’de azınlık haklarının sınırlarını ve yükümlülüklerini yeniden belirledi.

OKULUN STATÜSÜ CUMHURİYET DÖNEMİNDE DEĞİŞTİ

Bu süreç, Heybeliada Ruhban Okulu’nun hukuki statüsünü doğrudan etkileyecek yeni düzenlemelerin de kapısını araladı. 1923’ten itibaren “Heybeliada Ruhban Okulu” adı daha yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı.

Okul, Patrikhane’nin yönetiminde kalmaya devam etse de, yeni kurulan Cumhuriyet rejimi, eğitim ve yükseköğretim alanında millileştirme ve merkezi denetim eğilimlerini güçlendirdi.

1844 yılında hizmete açılan okul, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da faaliyetine devam etmiş ancak okulun statüsü orta dereceli okul olarak kabul edilmiştir.

Mekteb-i Hususiye Talimatnamesinin 12. Maddesine binaen kişi adına verilen ruhsatnameler ile eğitim-öğretim sürdürülmüştür. Dolayısıyla HRO, Lozan Antlaşması sonrası genel bir tanıma ya da kazanılmış haklar çerçevesinde faaliyetine devam etmemiş; yenilenen ruhsatlara binaen özel okulların, azınlık okulları da dahildir, tâbi olduğu sisteme göre eğitim vermiştir.

Ruhban Okulu, 1935 tarihli Vakıflar Kanunu gereği mülhak vakıf kapsamına alınmış ve 12 Mart 1936’da vakfın beyannamesi verilmiştir. Dolayısıyla HRO tüzel kişiliğe sahiptir. 1950 yılına kadar bu okul üç yıllık lise ve dört yıllık teoloji eğitimine rağmen yüksek okul olarak değil, ortaokul statüsünde kabul edilmiştir.

İlerleyen yıllarda okulun müfredatı, öğrenci kabul şartları ve öğretim kadrosu gibi konularda devlet denetimi ve çeşitli düzenlemeler gündeme geldi. Örneğin, bazı dönemlerde yabancı öğrencilerin kabulüne izin verilirken, 1964 yılında bu uygulama güvenlik gerekçesiyle yasaklandı.

1965 yılında çıkarılan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, Türkiye’deki özel okulların statüsünü yeniden düzenlerken Ruhban Okulu da bu kanunun etkilerinden payını aldı.

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI ETKİLEDİ

Ancak okulun geleceği üzerindeki en belirleyici hukuki adım, 12 Ocak 1971 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı olacaktı. Bu karar, özel yükseköğretim kurumlarının statüsünü kökten değiştirecekti.

Okulun eğitim faaliyetlerinin durdurulması, hukuki ve siyasi boyutları olan karmaşık bir sürece dayanıyor.

12 Ocak 1971’de Anayasa Mahkemesi, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun özel yüksekokul kurulmasını düzenleyen bazı maddelerini Anayasaya aykırı bularak iptal etti.

Anayasa Mahkemesi kararının 12 Mart 1971 muhtırası ile bir ilgisi yoktur. Kararın konusunu oluşturan olay İzmir Ege özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği bölümünü bitiren sekiz kişiye verilen diplomaların iptali için Danıştay’da açılan davada özel yüksek okulların Anayasaya aykırılığı iddiasıdır. Anayasa Mahkemesi özel yüksek okullara izin veren 625 sayılı özel öğretim Kurumları Kanunu’nun ilgili maddelerini eski Anayasa 120. maddesine aykırı bularak iptal etmiştir.

Bu kararın bir sonucu olarak, Türkiye’deki tüm özel statülü yükseköğretim kurumlarının ya devlet üniversitelerine bağlanması ya da kapatılması gerekiyordu. Heybeliada Ruhban Okulu da bu düzenlemeden doğrudan etkilendi.

PATRİKHANE ÖZERKLİĞİ SAVUNDU OKUL KAPANDI

Patrikhane’ye iki seçenek sunuldu: Okulun bir devlet kurumu ile ilişkilendirilmesi, örneğin bir üniversiteye bağlanması ya da kapatılması. Patrikhane, okulun “özerk/özel” statüde kalması gerektiğini savunarak devlet denetimine girmeyi kabul etmedi. Taraflar arasındaki bu anlaşmazlık, okulun kapatılmasına giden süreci hızlandırdı.

Bazı kaynaklar, okulun “devlet tarafından kapatıldığı” yönündeki yaygın algının tam olarak doğru olmadığını, okulun kapatılmasına yönelik nihai kararın, devlet denetimi seçeneğini reddeden Patrikhane tarafından verildiğini belirtiyor. Bu tartışmaların gölgesinde, okulun eğitim faaliyetleri 1971 yılında resmen sona erdi.

KAPANMANIN ARDINDAKİ NEDENLER

Okulun kapatılması, Patrikhane açısından kendi ruhani kadrosunu yetiştirme kapasitesinde ciddi bir kayba yol açtı.

Patrikhane, bu durumu temel bir eğitim kanalının ortadan kalkması olarak yorumladı. Azınlık cemaatleri ve Rum topluluğu için ise bu kapatma kararı, kültürel ve dinsel bir sembolün kaybı olarak görüldü ve “azınlıkların eğitim hakkı” bağlamında uzun yıllar sürecek bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Okul kapandıktan sonra bina kompleksi atıl kalmamış, konferans, seminer ve ziyaretlere açık bir mekân olarak işlev görmeye devam etti.

Konuyla ilgili bazı tartışmalı noktalar söz konusu. Bir görüşe göre, Patrikhane’nin devlet denetimini kabul etmeyerek kapatma seçeneğini tercih etmesi, süreci kendi iradesiyle sonlandırdığı anlamına geliyor.

Diğer bir görüş ise, Lozan Antlaşması’nın azınlık haklarını güvence altına aldığını, dolayısıyla kapanmanın yasal gerekçelerden çok siyasi kararlarla şekillendiğini savunuyor.

Günümüzde ise yeniden açılma tartışmalarında, Patrikhane’nin okulu Yükseköğretim Kurulu (YÖK) gibi devlet kurumlarının denetimine bırakmak istememesi, çözümün önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

Türkiye’de yükseköğretim kurumlarının Yükseköğretim Kurulu’na bağlı olması yasal bir zorunlulukken, Patrikhane bu denetimi kabul etmediğini açıkça ifade etti. Bu ise, sürecin önündeki en büyük hukuki ve siyasi engel. Hukuki tartışmalarda, Anayasa ve yasalara uygun olarak okulun açılabileceği, belirtiliyor. Ancak genel değerlendirme bu kararın alınamamasında Patrikhane’nin sorumlu olduğu yönünde.

YASALARA VE ANAYASA’YA UYGUN FAALİYET BEKLENTİSİ

Yapılan değerlendirmelerde, “Bugün hâlâ kapalı olmasının sebebi Patrikhanenin Türk hukuk kurallarına uymayı reddetmesi ve ekümenikliğinin bir sembolü olarak gördüğü okulu yurt dışından kendi tespit ettiği öğrenciler için, YÖK’e bağlı olmayan uluslararası teoloji okulu yapma arzusudur. Bu nitelikte bir okulun artık bir azınlık okulu olmadığı çok açıktır.” yorumu öne çıkıyor.

Hukuki çerçevede ise 1971 Anayasa Mahkemesi kararı belirleyici oldu. Bu karar, özel yükseköğretim kurumlarının devlet denetimine alınmasını zorunlu kıldı. Dolayısıyla, Ruhban Okulu’nun yeniden açılması teknik olarak yalnızca bir eğitim meselesi değil, aynı zamanda Türkiye’de yükseköğretim sisteminin yasal sınırlarını zorlayan bir mesele haline geldi.

Kapanmasının ardından okul binası fiziksel olarak tamamen atıl kalmadı. Bina kompleksi Patrikhane’nin kontrolünde tutuldu ve seminer, konferans, ziyaret gibi amaçlarla kullanılmaya devam etti.

1971 SONRASI OKULUN DURUMU

Bina zaman içinde koruma ve onarım çalışmalarından geçti ve restorasyon projeleri gündeme geldi.

1990’lı yıllardan itibaren Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması meselesi Türkiye gündeminde sürekli olarak canlı tutuldu. Fener Rum Patrikhanesi, bu süreçte farklı dönemlerde girişimlerde bulunurken, okulun yeniden açılabilmesi için üç temel şartın yerine getirilmesi gerektiğini vurguladı.

Patrikhane’nin öncelikli talebi, okulun yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına değil, dünyanın farklı ülkelerinden gelecek öğrencilere de açık olması yönünde oldu. Bu şart, kurumun uluslararası bir teoloji merkezi olarak işlev görmesini ve Ortodoks dünyasının ihtiyaç duyduğu ruhani kadroların küresel ölçekte yetiştirilebilmesini amaçlıyordu.

İkinci olarak Patrikhane, devletin okul üzerinde doğrudan bir denetim hakkı bulunmamasını istedi. Bu talep, kurumun özerk bir statüyle varlığını sürdürmesini ve dini eğitim faaliyetlerinin siyasal ya da bürokratik müdahalelerden bağımsız şekilde yürütülmesini hedefliyordu.

Üçüncü şart ise eğitimin içeriğine dair oldu. Patrikhane, özellikle teoloji eğitimi kısmının tamamen kendi denetiminde kalmasını, müfredatın ve öğretim kadrosunun doğrudan kendi yetkisiyle belirlenmesini gerekli gördü. Bu, Ortodoks inanç sisteminin kendi dogmatik ve ruhani çizgisinde devamlılığını güvence altına almak açısından yaşamsal bir talep olarak sunuldu.

Ancak Ankara, özellikle yükseköğretim kurumları üzerindeki denetim yetkisinden taviz vermiyor ve bu taleplerle çatışıyor. Son dönemde, 2024–2025 yıllarını da kapsayan süreçte, Milli Eğitim Bakanı’nın okulu ziyaret etmesi ve iyileştirme sinyalleri veren açıklamalar yapması umutları artırdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir